Bülent Utku’nun savunması: “Cesaret hakkımı sonuna kadar kullanacağım”

Bülent Utku’nun savunması: “Cesaret hakkımı sonuna kadar kullanacağım”

Bülent Utku, “İnsanların ‘cesaret hakkı’ vardır. Bazı kişiler için bu hak bir görevdir. Bu görevleri yerine getireceklerin başında da hukukçular ve gazeteciler gelir” diyerek hukukçuları ve gazetecileri cesaret hakkına kullanmaya davet etti

Bülent Utku, “İnsanların ‘cesaret hakkı’ vardır. Bazı kişiler için bu hak bir görevdir. Bu görevleri yerine getireceklerin başında da hukukçular ve gazeteciler gelir” diyerek hukukçuları ve gazetecileri cesaret hakkına kullanmaya davet etti

Cumhuriyet Davası’nın ikinci gününde Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi avukat Bülent Utku savunma yaptı. İddianame için “Sıkıyönetim mahkemeleri dışında böyle metine az rastladım” diyen Utku tutuklamaların hukuksuz olduğuna dikkat çekti.

Cumhuriyet davası: Akın Atalay’dan tarihi savunma

Utku savunmasında “Hukukun geldiği nokta budur. Bilmem tehlikenin farkında mısınız?” diyerek cesaret hakkını kullandığını söyledi. Utku, “İnsanların ‘Cesaret hakkı’ vardır. Ben bu hakkımı sonuna kadar kullanacağım. Elbette herkesten bu hakkı kullanması istenip, beklenemez. Ama bazı kişiler için bu hak bir görevdir. Bu görevleri yerine getireceklerin başında da hukukçular ve gazeteciler gelir. Davetim onlaradır. ‘Cesaret hakkını’ kullanmaktan çekinmesinler” diyerek hukukçuları ve gazetecileri cesaret hakkına kullanmaya davet etti.

Av. Bülent Utku’nun savunma dilekçesinin tamamını okumak/indirmek için tıklayınız.

Bülent Utku’nun ifadesinde öne çıkanlar şöyle:

“Tehlikenin farkında mısınız?”

“Hukukun geldiği nokta budur.

“Bilmem tehlikenin farkında mısınız?

“Ben farkındayım.

“Hem hakimler-savcılar için hem sanıklar için hem kendim için. Hem de hukuk ve Türkiye’nin geleceği için.

“Peki, bu durumda hakimler nasıl karar verecekler?

“Kararları beğenilmezse ne olacak? Beğenilecek şekilde mi karar verecekler? Beğenilmeyecek şekilde karar verirlerse akıbetleri ne olur? Bu durumda sanıklar kime, neye, nasıl güvenecekler?

“Adalet duygusunun kalmadığı, hukukun, adaletin yok olduğu bir toplumu bekleyen kaosun yaratacağı tahribatın tamir edilebilmesi mümkün mü?

“Mümkünse nasıl?

“Zamanın koşullarının, ruhunun bizleri getirdiği nokta budur. Bu koşulları ve ruhu reddediyorum. Kabul etmiyorum. Bu koşullara ve ruha karşı çıkıyorum, karşı çıkmaya devam edeceğim.

“İnsanların ‘Cesaret hakkı’ vardır. Ben bu hakkımı sonuna kadar kullanacağım. Elbette herkesten bu hakkı kullanması istenip, beklenemez. Ama bazı kişiler için bu ‘hak’ bir ‘görev’dir. Bu görevleri yerine getireceklerin başında da hukukçular ve gazeteciler gelir.

“Davetim onlaradır. ‘Cesaret hakkını’ kullanmaktan çekinmesinler.

“Sıkıyönetim mahkemeleri dışında böyle metine az rastladım”

“İddianameye karşı sorgu ve savunma olarak ‘iddianameye inanmayın, beraatımı istiyorum’ diyerek yerime oturmam mümkündü. Çünkü yasaya/hukuka aykırılıklar, siyasallık o kadar kolay ve çabuk kendini ele veriyordu ki objektif bir göz bunu hemen görebilirdi.

“Ancak, heyetinizce düzenlenen tensip zaptı, heyetinizin iddianameye hemen inandığını gösteriyor.

“33 yıllık meslek yaşantımda, heyetinizin düzenlediği tensip zaptı gibi bir metinle, yasaların, Anayasa’nın, AİHS’in, hukukun temel prensiplerinin böylesine ihlal edildiğine 12 Eylül askeri darbesi sonrası katıldığım sıkıyönetim mahkemelerindeki metinler dışında pek az rastladım.

“Böyle bir tensip zaptı kanımca ancak üç halde yazılabilir.

“Siyasal iktidar heyetinize ya baskı yapmaktadır ya baskı yapacağı yönünde kuşku vardır ya da heyetiniz kraldan, yani siyasal iktidardan çok kralcıdır.

“Hepsi aynı kapıya çıkar.

“Heyetinizin adil, bağımsız, tarafsız, seri, vicdani delil sistemine göre yargılama yapamayacağı konusunda CMK 25. madde uyarınca heyet hâkimlerinin reddi talebimiz İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesince reddedildi.

“Hem istemimizin reddedilmesi hem de iddianamedeki yasaya/hukuka açık aykırılıkların bir kez daha vurgulanması için iddianameyi değerlendireceğim.

“İddianameyi zamanın ruhundan bağımsız ele almak olanaksız”

“Bu iddianameyi zamanın koşullarından, ruhundan bağımsız olarak ele alıp değerlendirmek olanaklı değil.

“Zamanın koşullarını, ruhunu sadece 15 Temmuz darbe girişimi ve bu darbe girişimine karşı alınan önlemlerle açıklamak yetersiz kalır.

“Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana dünyayı, yaşamı ele alış bakımından süren bir siyasal farklılık, mücadele ve çatışma var.

“Tarihin çeşitli dönemlerinde yoğunluğu bakımından inişli çıkışlı seyir izleyen bu çatışma, 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle yeni bir ivme kazandı. 2002 yılında bu çatışmanın adını ‘siyasal islamcı muhafazakarlar ve diğerleri’ olarak ortaya koymak ‘liberaller’ ve ‘liberal solu’ ayrık tutarsak, sanırım en özlü ve nesnel yaklaşımlardan biri olabilir.

“2002 yılında siyasal iktidar olmaya adım atmayı, hükümet olma şansı ile fakat hazırlıksız ve yönetmede yetersiz kadrolarla yakalayan AKP çareyi yıllarca devlet içerisinde örgütlenen, yetişmiş kadrolara sahip, o zamanki adıyla Fethullah Gülen Cemaati ile birlikte yürümekte buldu. Bu ortakları ile kavga edene kadar siyasal iktidarını birlikte kuvvetlendirdiler. Bu sürecin sosyal-siyasal politikalarına girmeyeceğim. Sadece konumuzu, bizleri ilgilendirdiği için darbe girişimi sonrasında meslekten atılan hâkim-savcı sayısının 4200 civarında olmasına işaret etmekle yetineceğim.

“15 Temmuz’a gelene kadar, kişisel olarak hem ben hem de Cumhuriyet Gazetesi, bu ‘siyasal İslam-muhafazakar’ örgütlenmeye muhalif yerde konumlandık. Bu konumlanış sadece yakın bir zamana tekabül etmiyor. Cumhuriyet Gazetesinin konumlanışı kuruluşundan itibaren böyle. Benimki de kendimi bildim bileli.

“İşte siyasal iktidar tarafından yargı yoluyla hedef alınmamızın nedeni bu muhalif konumlanıştır.

“Sıranın muhaliflere gelmediğini kim söyleyebilir?”

“Ama peki neden şimdi?

“Çünkü siyasal iktidar kararlı ve etkili muhalefeti nedeniyle Cumhuriyet Gazetesini susturmak için en elverişli ortamı 15 Temmuz’dan sonra buldu da onun için.

“Darbe girişiminden sonra birçok kişiyi, muhalifi darbecilikle suçlamanın kolaylığı ile muhalifleri ortadan kaldırmak kaçırılmaz bir fırsat haline geldiği için…

“KHK’lerin sağladığı olanaktan yararlanarak savcı ve hâkimlere istediği gibi yön verebildiği için…

“İşte bu noktada zamanın koşullarına ve ruhuna biraz daha dikkatli bakmak gerekiyor.

“Darbe girişiminde bulunanlardan sonra sıranın muhaliflere gelmediğini kim söyleyebilir? Önce muhalif gazeteciler, sonra FETÖ ile mücadelesiyle maruf Cumhuriyet Gazetesi çalışanları, sonra HDP’nin belediye başkanlarıyla milletvekilleri, sonra CHP milletvekili.

“Erdoğan’dan önce cumhurbaşkanlığına hakaretten tutuklanan duymadım”

“Bundan sonra da nereye, kime kadar gideceği hiç belli değil. Bu yapılırken, yargının siyasal iktidarın kılıcı olduğunu söylemeyi haklı kılacak birçok veri var.”Avukatlık mesleğine başladığımdan bu yana 6 cumhurbaşkanı gördüm.

“Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer, Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan.

“Bugünkü TCK 299 ve daha önce muadili olan madde, Recep Tayyip Erdoğan’dan önce de vardı.

“Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığından önce soruşturma aşamasında cumhurbaşkanına hakaret suçu nedeniyle tutuklanan bir kişi bile görmedim, duymadım.

“Belki vardır. Son bir yıldır cumhurbaşkanına hakaret suçu nedeniyle soruşturmaya uğrayıp da henüz soruşturmanın başında tutuklananların sayısında olağanüstü bir artış olduğudur. Adeta sulh ceza hâkimleri bir araya gelmiş, bu suçlama nedeniyle gelenleri hiç sektirmeden cezaevine koymaya kararlı.

“Sosyal medya paylaşımları nedeniyle çeşitli suçlardan tutuklananların sayısı sanırım çok daha fazladır.

“Cumhurbaşkanı Erdoğan 22 Mart 2017 tarihinde Anadolu Yayıncılar Derneği üyelerine hitap ederken; ‘Hapisteki gazetecilerin listesini verin diyoruz, katilden çocuk istismarcısına kadar herkes var. 144’ü terör, 4’ü adi suçlardan içerde’ dedi.

“Bu sözler karşısında dosyamıza sadece bir göz atılması bile çok şey anlatıyor.

“Sadece bu dosyada 9 kişinin sarı basın kartı var”

“17 Haziran 2017’de Huber Köşkü’nde, medya temsilcilerine verdiği iftar yemeğinde ise;

Özgürlük dediğiniz şey, sınırsız hürriyetin olduğu bir şey değildir. Özgürlüklerin de bir sınırı vardır. Bugün ülkemizde, mesleğini gazeteci olarak ifade ederek cezaevinde bulunan 177 kişiden sadece 2’si sarı basın kartı sahibidir. Bu 177 kişiden biri cinayet suçundan, diğerleri de terör örgütleriyle olan ilişkileri sebebiyle cezaevinde bulunuyor. Bunu öyle bir dezenformasyonla batı dünyasına bildiriyorlar ki batı dünyası da alıyor onu da bizim önümüze geliyor’ diyor.

“Bu davada yargılanan ve tutuklu olanların altısı, tutuksuzlardan da üçü olmak üzere, sadece bu dava dosyasında yargılananların 9’unda sarı basın kartı var. Kaldı ki gazetecilik, sadece sarı basın kartı sahibi olmakla yapılmıyor.

“İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan gazetecilerden 13’ü hakkında savcı tahliye kararı verilmesini ister. Mahkeme 21 kişinin tahliyesine karar verir. Savcılığın yaptığı itiraz üzerine 8 kişi tutuklanır. Tahliyelerine karar verilen 13 kişi, tahliye edilmeden, o gece, yeni bir soruşturma başlatılarak gözaltına alınıp tutuklanırlar. Tahliye mütalaasında bulunan savcı ile tahliye kararı veren heyet üyeleri açığa alınırlar. Halleri nicedir takip edemedim.

“Adana 11. Ağır Ceza Mahkemesinin kararını bozan Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Dairesi başkanı Zafer Yarar bu görevden alınıp Kayseri’ye hâkim olarak; bozma yönünde oy kullanan üye hâkim Mustafa Tosun, İstanbul’a düz hâkim olarak atanmış. Karara muhalif olan Bayram Korkmaz ise Mahkemenin başkanlığına getirilmiştir.

“Mesleklerine iade edilmek için açlık grevine başlayan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, grevin ilerleyen günlerinde gözaltına alınıp tutuklanarak cezaevine konuldular. Açlık grevi herkesin gözleri önünde günlerce sürerken gözaltına alınıp tutuklanmayı haklı-makul görecek hiçbir mazeret yoktur. HDP Eş Genel Başkanı herkesin içinde terörist ilan edilip cezaevine kondu.

“Tehlikenin farkında mısınız?”

“Hukukun geldiği nokta budur.

“Bilmem tehlikenin farkında mısınız?

“Ben farkındayım.

“Hem hakimler-savcılar için hem sanıklar için hem kendim için. Hem de hukuk ve Türkiye’nin geleceği için.

“Peki, bu durumda hakimler nasıl karar verecekler?

“Kararları beğenilmezse ne olacak? Beğenilecek şekilde mi karar verecekler? Beğenilmeyecek şekilde karar verirlerse akıbetleri ne olur? Bu durumda sanıklar kime, neye, nasıl güvenecekler?

“Adalet duygusunun kalmadığı, hukukun, adaletin yok olduğu bir toplumu bekleyen kaosun yaratacağı tahribatın tamir edilebilmesi mümkün mü?

“Mümkünse nasıl?

“Zamanın koşullarının, ruhunun bizleri getirdiği nokta budur. Bu koşulları ve ruhu reddediyorum. Kabul etmiyorum. Bu koşullara ve ruha karşı çıkıyorum, karşı çıkmaya devam edeceğim.

“İnsanların ‘Cesaret hakkı’ vardır. Ben bu hakkımı sonuna kadar kullanacağım. Elbette herkesten bu hakkı kullanması istenip, beklenemez. Ama bazı kişiler için bu ‘hak’ bir ‘görev’dir. Bu görevleri yerine getireceklerin başında da hukukçular ve gazeteciler gelir.

“Davetim onlaradır. ‘Cesaret hakkını’ kullanmaktan çekinmesinler.

“Cumhuriyet Gazetesi ‘cesur olma hakkını’ kullananlardan”

“Cumhuriyet Gazetesi bu “cesur olma hakkını” kullanan gazetelerden biridir. Çekinmeden sözünü söyler. Objektif ve bağımsızdır. Aydınlanmadan yanadır. Aydınlanma ve söz söyleme uğruna çok bedeller ödemiştir.

“Bu uğurda mücadele eden Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok bu nedenle hedef alınmış ve katledilmiştir.”

“Geçmişte de Cumhuriyet Gazetesinin birçok yazarı gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır.

“Yakın zamanda da Cumhuriyet Gazetesi yazarları hedef olmaktan kurtulamadı. Cumhuriyet Gazetesini geçmişte kimler hedef aldıysa bugün hedef alanlar aynı zihniyet dünyasının değişik versiyonlarına sahip olanlardır. Cumhuriyet Gazetesini kendileri gibi düşünmediği, kendi karanlık düşünce ve icraatlarını deşifre ettiği, bunlarla mücadele ettiği için kin besleyenlerdir.

“Cumhuriyet Gazetesinin yöneticileriyle bazı yazarlarını aynı anda gözaltına alıp tutuklayarak siyasal operasyonla susturmak isteyen siyasal irade aklını başına alarak IŞİD ile düştüğü aynı çizgiden bir an önce kurtulmalıdır.

“Bahsettiğim Abdulkadir Masharipov’dur.

“Yılbaşı gecesi onlarca kişiyi katleden IŞİD militanı. Aslında o gece Cumhuriyet Gazetesini havaya uçurarak toptan yok etmek istiyor. Üstündeki eleman Ebu Cihad’ın gönderdiği ‘bu saatte orada kimse olmaz’ mesajı üzerine Cumhuriyet Gazetesinde katliam yapmaktan vazgeçiyor.

“Abdulkadir Masharipov’dan iddianameye dönersek; Cumhuriyet Gazetesini susturma ihtirası açık hukuka aykırılıklarla, siyasal bir doküman olarak dayandığı soruşturma evraklarıyla karşımıza dikiliyor.

“Operasyonun başlaması”

“Bu operasyon 30. klasörde yer alan 18/08/2016 tarihli “RESEN SORUŞTURMA BAŞLATMA TUTANAĞI” ile Savcı Murat İnam tarafından başlatılmış. Salt bu tutanak bile neredeyse tek başına soruşturmanın siyasallığını, soruşturmanın hukuka aykırılığını, yargının nasıl siyasal iktidarın kılıcı haline geldiğini ortaya koymaya yeterli, önemli işaretler taşıyor.

“Tutanak ve tutanak başlığında soruşturmaya resen başlandığı yazılı ise de kimse buna inanmasın.

“Savcı Murat İnam, henüz soruşturmanın başında bile herkesi kandırmaya kalkıyor. Bu operasyona ve Savcı Murat İnam’ın FETÖ davası sanığı olmasına ilişkin olarak bakın dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, basına yansıyan 3 Kasım 2016 tarihli konuşmasında ne demiş;

‘Bir davada yargılanan kişiye bu soruşturmanın verilmesini talihsizlik olarak görüyorum. Keşke böyle bir görevlendirme yapılmasaydı daha iyi daha doğru olurdu. Çünkü bu, tartışmalara zemin hazırladı, buna gerek yoktu. Başka birisi pekala yapabilirdi. Bizim, savcıları değiştirme yetkisi ve görevimiz yok. O tamamıyla başsavcının işbölümü çerçevesinde yaptığı işler.’

“Ne diyor Bakan? Bu soruşturma Murat İnam’a verilmiş. Böyle bir görevlendirme yapılmış. Heyetiniz ister soruşturmaya resen başlandığını söyleyen Savcı Murat İnam’a, ister dönemin Adalet Bakanı’na inanabilir.

“Operasyon, bazı basın yayın organlarında çıkan köşe yazıları ve haberlere dayanarak başlatılmıştır.

“Bu durumdan çıkan sonuca göre, operasyonun başladığı tarihe kadar Aydın Engin’in yazısı dışında Cumhuriyet Gazetesine karşı FETÖ ve PKK ile ilgili olarak operasyon başlatmaya elverişli hiçbir yazı ve haber yoktur. Olsaydı, Savcı İnam bazı başka basın yayın organlarında çıkan haber ve yazılara dayanarak operasyon başlatmazdı.

“Operasyona başlamak için Aydın Engin’in ‘Cihanda Sulh Peki Yurtta Ne’ başlıklı yazısı ile 15 Temmuz darbe girişiminde bulunanlar arasında ilişki kurabilmek, ancak yasa, hukuk ve de mantık ile bir irtibatın kalmamasıyla olanaklıdır.

“Aydın Engin’in yazısı AKP’nin dış ve iç politikasını eleştiren bir yazıdır. AKP Hükümeti, barışa yönelmeyen politikaları nedeniyle eleştiriliyor.

“Bu yazının başlığının operasyona başlamaya neden kaynak teşkil ettiğinin iddianamede açıklanması gerekirdi.

“İddianamede böyle bir yola gidilmemiş.

“İddianamede ‘Son derece manidardır’, ‘Dikkat çekici olduğu görülmüştür’, ‘Bu durumun basit bir tesadüf olarak değerlendirilemeyeceği açıktır’, ‘Yazının başlığının tesadüf olamayacağı’ denilmekle yetinilmiş.

“Ne manaya geldiği, neye dikkat çektiği, tesadüf değil ise nasıl bir şey olduğu açıklanmamış.

“Bu başlık operasyona başlama nedeni olarak gösterildiğinden hepimiz için önemli. Ancak, iddianamede neden-sonuç bağlantısını içeren bir açıklama yapılmaması, operasyonun bu başlığa dayanmadığının göstergesidir.

“Savcı Murat İnam’ın Basın Savcılığına yeni atandığını ileri sürerek, geldiği tarihten önce Cumhuriyet Gazetesinde çıkan haberleri/yazıları bilemeyeceğini ileri sürme imkanı yoktur. Çünkü resen operasyona başlama nedeni olarak gösterilen, diğer basın ve yayın organlarında çıkan yazı ve haberlerin tarihinin büyük bölümü de kendisinin Basın Savcılığına atanma tarihinden çok öncedir.”

“İddianamenin 172. Sayfasında, ‘Ulusal basında ve internet haber sitelerinde yer alan ihbar ve köşe yazıları” başlıklı bölümde sıralanan ve delil kabul edilen haber ve yazılardan sekizinin operasyon başlatma tarihi olan 18 Ağustos 2016’dan önceki tarihi taşıdığı görülüyor. Demek ki operasyona başlama nedeni olarak bu sekiz yazı ve haber esas alınmış.

“Bu sekiz yazı ve habere bakıldığında hiçbirinin PKK ile ilgili olmadığı hemen görülür.

“Anlaşılan AYM kararını tanımıyorlar”

“O halde Savcının hem FETÖ hem de PKK nedenine dayalı olarak operasyona başlama nedeni bu yazı ve haberler olamaz. Ve bu neden, operasyona başlarken belirtilmediğine göre geriye tek seçenek kalıyor:

“Operasyon başlarken FETÖ’nün yanına PKK’yı da ekleyerek toplumda yaratılmak istenen algı. Cumhuriyet Gazetesinin FETÖ ile ilintili olduğu algısının yalnız başına yaratılması yeterli bulunmamış buna PKK da eklenmiştir.

“Demek ki 18 Ağustos 2016 tarihine kadar Cumhuriyet Gazetesinin hiçbir nüshasında, önümüzdeki iddianameyi hazırlamaya elverişli haber ve yazı yoktur. Vardır ama savcılar bunları umursamamıştır yada görmemiştir denemez. Zira bazı haber ve yazılar nedeniyle FETÖ-PKK kapsamında değil ama diğer bazı suçlar nedeniyle soruşturma başlatıp açtıkları davalar olmuştur.

“Savcı Murat İnam Resen Soruşturma Başlatma Tutanağı’nda, operasyona 18 Ağustos 2016 tarihinde başlandığını yazmışsa da, Cumhuriyet Gazetesine operasyon fikri aslında daha önceki bir tarihe dayanıyor, 29 Mayıs 2015 tarihine.

“Bu tarih, Can Dündar’ın MİT Tırları ile ilgili haberinin Cumhuriyet Gazetesinde yayımlandığı tarihtir.

“Mit Tırları ile ilgili haberin Cumhuriyet Gazetesinde yayımlandığı tarih 29 Mayıs 2015’dir. Aynı gün soruşturma başlatılmıştır. Can Dündar-Erdem Gül’ün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadeye çağrılıp tutuklandığı tarih ise 26 Kasım 2015’dir. Yani, haberden altı ay, iki gün sonra.

“O halde Savcılık altı ay ne beklemiştir? Tıpkı bu operasyona başlamak için nasıl uygun zaman beklenmişse, o zaman da uygun siyasal ortam beklenmiştir.

“İddianamenin 139. sayfasında savcılar, Can Dündar-Erdem Gül hakkında TCK 329/1. madde uyarınca mahkûmiyet kararı verildiğinden, terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme suçu ile ilgili olarak tefrik kararı verildiğinden bahsediyorlar.

“Ancak, dosyanın Yargıtay’da olduğundan, kesinleşmediğinden bahseden yok. İddianamenin başında, çeşitli yerlerinde, AİHM, AYM, Yargıtay, Mahkeme kararlarından bahseden savcıların, Can Dündar’ı ilgilendirdiği halde ağızlarına almadıkları karar, Anayasa Mahkemesi’nin kararıdır. Anlaşılan, hukukçu olarak bu memleketin tepe noktasındaki Mahkemenin, Anayasa Mahkemesinin kararını onlar da ‘tanımıyorlar’, ‘uymuyorlar’.

“İnfaz koruma memurları iki örgütten tutuklandığıma inanmadı”

“Soruşturma bu kapsamda yürütülmüşken, iddianamede birdenbire DHKP/C kapsamında da suçlama getirilmiştir.

“Terör örgütlerinden birine sağlanan destek aynı müşterek odağı tahkim etmek” ise, başlangıçta neden DHKP/C kapsamında da suçlama getirilip araştırma istenmedi de hep FETÖ-PKK kapsamında kalındı?

“Ahmet Şık’ın tutuklanması FETÖ-PKK kapsamındayken iddianamenin 273. sayfasından anlaşıldığı üzere, neden FETÖ ile ilgili suçlama, ‘FETÖ’ye ilişkin deliller’ olduğu halde kaldırılıp yerine DHKP/C suçlaması eklenerek değişiklik yapma ihtiyacı hissedildi?

“Ahmet Şık için yapılan bu değişiklik, 31 Mart 2015 tarihinde yaptığı haber ve 1 Nisan 2015 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan haber nedeni ile ise bu haberler operasyon ve tutuklama tarihinde yayımlanmış olduğuna göre DHKP/C ile ilgili suçlama getirilmemiş olmasının mantığı neye dayanıyor?

“(…)Ne tek başına FETÖ kapsamında suçlanmamıza ne hem FETÖ hem de PKK ile birlikte suçlanmamıza ne de hem FETÖ hem PKK hem de DHKP/C ile birlikte suçlanmamıza aklı başında hiç kimse inanmamıştır.

“Terör örgütlerinden birine sağlanan destek aynı müşterek odağı tahkim etmek” ise, başlangıçta neden DHKP/C kapsamında da suçlama getirilip araştırma istenmedi de hep FETÖ-PKK kapsamında kalındı?

“Ahmet Şık’ın tutuklanması FETÖ-PKK kapsamındayken iddianamenin 273. sayfasından anlaşıldığı üzere, neden FETÖ ile ilgili suçlama, ‘FETÖ’ye ilişkin deliller’ olduğu halde kaldırılıp yerine DHKP/C suçlaması eklenerek değişiklik yapma ihtiyacı hissedildi?

“Ahmet Şık için yapılan bu değişiklik, 31 Mart 2015 tarihinde yaptığı haber ve 1 Nisan 2015 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan haber nedeni ile ise bu haberler operasyon ve tutuklama tarihinde yayımlanmış olduğuna göre DHKP/C ile ilgili suçlama getirilmemiş olmasının mantığı neye dayanıyor?

“(…)Ne tek başına FETÖ kapsamında suçlanmamıza ne hem FETÖ hem de PKK ile birlikte suçlanmamıza ne de hem FETÖ hem PKK hem de DHKP/C ile birlikte suçlanmamıza aklı başında hiç kimse inanmamıştır.

“Nitekim Silivri Cezaevinde karşılaştığımız durum buna güzel bir örnektir.

“İstanbul 9. Sulh Ceza Hakimliği hakkımızda tutuklama kararı verdikten sonra Silivri Cezaevine getirildik. Cezaevinde koğuşa konmamızdan önce hangi örgütten tutuklandığımızı sordular.

“FETÖ ve PKK dedim.

“İnfaz koruma memurları, ‘olmaz’ dediler.

“Bizi cezaevinde muhafaza etmekle görevli infaz koruma memurları bile iki örgütten tutuklanmaya inanmadılar. Bir örgüt söyle dediler. İki örgütten tutuklandığımı söyledim, inanmadılar. İnanmaları için gözaltı işlemi sırasında bana verilen ‘Yakalama ve Gözaltına Alma Tutanağını’gösterdim. Yakalama olarak FETÖ/PDY, PKK/KCK sebebi yazılıydı. Sadece birini, önce yazılı olanı, FETÖ’yü seçip yazdılar.

“Sorun böylece çözüldü.

“İmza yetkilisi suçlamanın delili evde değil İstanbul Ticaret Sicilinde”

“Operasyonun başlangıcında, Yenigün A.Ş.’nin 2. derece imza yetkilisi olmam nedeniyle hedef alındım. Bu suçlamanın delili evimde değil, İstanbul Ticaret Sicilinde mevcuttur. Bu delili, 31 Ekim 2016 tarihinde sabaha karşı evime gelerek aramalarının sebebi topluma karşı bir gösteridir.

“Oda TV davasında Ahmet’ Şık’ın avukatıydım. Karşımda Zekeriya Öz, Nihat Aşkın, Mehmet Ekinci, Fikret Seçen otururdu. Telefonlarıyla oynar, havalara bakarlardı. Ama davalarına hakimlerdir.

“Benim ifadem savcı Özgür Metin tarafından alındı. Bir savcıdan en başta beklenen, şüpheliye sorduğu soruların farkında olması olduğu sanırım tartışmasızdır. 4 Kasım 2016 tarihli ifade tutanağına bakanlar ister üzülür, ister güler, ister ağlar. Tabi ister hukuk adına ister savcı Özgür Metin’in bulunduğu konum adına.

“Bilirkişilerin uzmanlıklarının ne olduğu belli değil”

“Bilirkişi atama tutanaklarında, bilirkişilerin resen atandığı yazıldığına ve Adalet Komisyonu listelerinde belirtilen kişilerin olduğuna dair bir bilgi olmadığına göre Savcı, neden bu kişileri bilirkişi olarak atadığının gerekçesini göstermek zorundadır.

“Savcının böyle bir açıklaması yok.

“Bilirkişilerden sadece ikisinin, o da sadece adı ve soyadı yazılması suretiyle kimlikleri belli. Resmi bilirkişiler olup olmadıklarına dair bir bilgi yok. Uzmanlıklarının ne olduğu da belli değil.

“Savcılıkta ifade verdiğim esnada, bilirkişi raporlarına dayanarak tarafıma yöneltilen sorulardan, bilirkişi olarak nitelendirilenlerin, bilirkişi olarak değil de Savcılığın iddialarını güçlendirmek üzere görev yaptıklarını anladım.

“Bu nedenle, ret hakkımı kullanabilmek için, Savcılıktan, bilirkişi isimlerinin tarafıma bildirilmesini istedim.

“Savcılık 668 Sayılı KHK gereğince soruşturma dosyasında kısıtlılık kararı verilmiş olması nedeniyle istemimin uygun görülmediğini bildirdi. İtirazda bulundum. Kaldı ki talep edilen sadece bilirkişilerin isimleri idi.

“İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliği, ‘bilirkişilere baskı yapılabileceği, isimlerinin bildirilmesinin soruşturmanın selametini tehlikeye atacağı anlaşılmakla’ diyerek itirazımın reddine karar verdi.

“Diyelim, cezaevindeyken bilirkişilere baskı yapma imkânına sahip oldunuz, artık dosyada mevcut olan raporlar değiştirilemeyeceğine göre bilirkişilere baskı yapılması nasıl bir sonuç doğurabilir?

“Baskı, verilmiş raporları ortadan kaldırabilir mi?

“Kısıtlılık kararı nasıl olur da bir ismi kapsayabilir ve kanunlarla kişilere verilmiş bir hakkın ortadan kaldırılmasına yol açabilir?

“İşte bu da dosyadaki örnek hakim kararlarından biridir.”

“İddianamedeki yayın politikası değişimine verilecek tek cevap: Sana ne”

“İddianamenin ‘Yayın Politikası Değişimi ile Bağlantılı Diğer Göstergeler’ başlıklı ve 168-225. sayfalar arasında yer alan 57 sayfadan ibaret bölümüne verilecek tek cevabın, ‘Sana Ne’ olduğunu düşünüyorum.

“Gazetenin yayın politikasının değişip değişmemesi savcıları değil, okuyucuları ilgilendiren bir husustur.

“Oktay Yıldırım’ın Aydınlık Gazetesinde yayınlanan yazısının bu bölüm başlığı altında yer almasının izah edilebilir hiçbir yanı yoktur.

“Çünkü yazıların yayın politikasının değişimi ile ilgisi yok. Eğer ilgisi olsaydı gerek benim gerek Akın Atalay’ın, Cumhuriyet Gazetesinin binasına bomba atılması nedeniyle müdahil olunan Ergenekon davasının duruşması sırasındaki tutumlarımızla ilgili görüşler ifade edilmiş olmazdı.

“Gözaltına alınır alınmaz arkamızdan yazı yazan bu fırsatçı ve kafatasçı iki kişiyle mesleki faaliyetlerimi tartışacak değilim.

“17 kişinin ifadelerinin özelliği kişisel yorumlardan ibaret olması”

“22. klasörde ise, Can Dündar’ın genel yayın yönetmenliğine atanmasına ilişkin, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulunun kararında Mustafa Balbay’ın imzası var.

“Savcı sanırım terör örgütlerinin amacına hizmet eden genel yayın yönetmeniyle gazeteyi Kürtçülükle suçlayan kişinin Mustafa Balbay olduğunu atlamış.

“Tecrübeli cinayet bürosu komiserlerinin dediğine göre, cinayet işleyenlerin çoğu cinayet mahalline geri dönermiş. Bunun iki nedeni varmış. Cinayet mahallinde delil bıraktım mı, bunu fark eden oldu mu diye merak ederlermiş. Bir de cinayet mahallinde cinayet hakkında ne düşünüldüğünü öğrenip ona göre önlem almak isterlermiş.

“Mustafa Balbay, 2 Haziran 2017 Cuma günü Silivri Cezaevinde beni ziyarete geldi. Milletvekilleri ziyarete geldiğinde, infaz koruma memurları koğuşun kapısına gelip “vekil ziyareti” diye bağırırlar. Genellikle gelen vekilin kim olduğunu, adını bilmezler. Ben de 2 Haziran günü vekil görüşüne böyle çıktım. Görüşme odasında gelen vekilin Mustafa Balbay olduğunu görünce “seninle görüşmeyeceğim” diyerek geri döndüm.

“Cinayet masasının tecrübeli komiserleri bu durumu nasıl yorumlar bilemedim.

“Evet, Mustafa Balbay, 2 Haziran 2017 günü Silivri Cezaevinde beni, yani FETÖ/PKK ile ilişkilendirdiği kişiyi ziyarete geldi. İddianamede tweeti delil kabul edilen kişi budur; kabul edenler de işte bu savcılar.

“İddianamede ifadesine başvurulan 17 kişinin ifadelerinin göze çarpan tek ve en önemli özelliği, kişisel yorumlardan ibaret olması.

“Ama en önemlisi, bu kişilerin beyan ve yorumlarının tam tersini söyleyebilecek binlerce kişinin olduğudur.”

“Telefonla aranmak, bir kişinin iradesine bağlı değildir”

“Yedi bylock kullanıcısı şüpheli şahıs ve haklarında FETÖ/PDY silahlı terör örgütünden dolayı soruşturma bulunan altı kişiyle iletişim kaydımın bulunmasına iddiasına dayalı olarak örgüte üye olmaksızın bilerek ve isteyerek örgüte yardım etmekle suçlanıyorum.

“Telefonla aranmak, bir kişinin iradesine bağlı değildir. Kişi iradesinden bağımsız olarak herkes tarafından aranabilir. Arayan kişinin statüsünün önceden bilinmesine olanak yoktur.

“Telefonla aranan kişi, arayan kişinin FETÖ şüphelisi olduğunu veya bylock kullanıcısı olduğunu bilemez. Bu durum aradığımız kişi için de geçerlidir. Aradığımız kişinin de bylock kullanıcısı olup olmadığı, FETÖ davasında şüpheli olup olmadığı bilinemez.

“Bu tür iletişimlerin delil olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

“Bu tür delil ve yaklaşımlarla kişilerin suçlanması hukuka aykırı olduğu gibi aynı zamanda toplumda panik/kaygı uyandırıcıdır.

“Böyle bir yola girilmesi, Türkiye’de milyonlarca kişinin suçlanabilmesinin kapısının açılmasına izin verir. Milyonlarca kişi, her an suçlanma riski ve korkusu ile karşı karşıya kalır.

“Ben artık tutuklu bir FETÖ sanığıyım. Tutuklanmadan önce çiğ köfte siparişi vermek için aradığım esnafı, meyve siparişi verdiğim manavı, balıkçıyı, üstelik sık sık aradım diye FETÖ şüphelisi olma korkusu ile karşı karşıya bırakmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

“Vakıf’ın amaç dışı kullanımı yok, batık değil, suç oluşmaz”

“Cumhuriyet Vakfı’nın, batık olduğu iddia edilen Yenigün A.Ş.’ye para aktarması nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu oluşamaz.

“Cumhuriyet Vakfı, Yenigün A.Ş.’ye neden para aktarmış? Vakfın amacı doğrultusunda Cumhuriyet Gazetesinin basılabilmesi için.

“Bu durumda amaç dışı kullanım var mı? Yok. Yenigün A.Ş. batık mı? Değil. Çalışanların ücretlerini ödüyor mu? Ödüyor. Vergi borcu, sigorta borcu var mı? Yok.  Cumhuriyet Gazetesini basmaya devam edebiliyor mu? Ediyor.

“Üstelik güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için aktarılan parayı geri isteyen birinin olması gerekmez mi? Gerekir. Var mı böyle biri? Yok.

“Bu durumda suç oluşur mu? Oluşmaz.

“İyi ki gazetenin arabasıyla kaza yapmamışım”

“Heyetiniz terör suçlarına bakmakla mı görevli? Evet.

“Güveni kötüye kullanma suçunun bilerek, isteyerek örgüte yardım etme suçu ile ilgisi var mı? Yok.

“Asliye cezalık bir suç neden heyetinizin önüne getirilmiş?  İş olsun, dosya dolsun diye.

“Dosya ne kadar kabarık olursa, ne kadar fazla suç gösterilirse, istenen ceza miktarı ne kadar fazla olursa o kadar iyidir. Kötülükte sınır var mı? Yok.

“İyi ki Gazetenin arabasıyla trafik kazası yapmamışım. Bu mantıkla, trafik suçunu da iddianameye yazıp önünüze getirebilirlerdi.

“13 yıl önce Dora’nın HDP vekili seçileceğini öngörmeliydim”

“Hakkımdaki suçlama, daha sonra HDP milletvekili seçilen Erol Dora’nın yanında 13 sene önce sigortalı olarak bir yıl çalışmak.

“13 yıl önceden Dora’nın HDP’den milletvekili seçileceğini öngörmeliydim!”

“4 bin 619 lira havale”

“26 Mart 2013’te A.K.G. İsimli kişi hesabıma 4 bin 619 TL havale gönderir. Bu şahıs hakkında MASAK veri tabanında inceleme yapılır.

“Bu kişinin hakim olduğunu, 17 Ekim 2014’te S.B. İsimli şahsa bin 20 TL gönderdiği belirlenir.

“Bu kişi (S.B.) 30 Mayıs 2015 tarihli “Adalet Bakanlığı Avukatlar İçin Adli Yargı Hakim ve Savcı Adaylığı Yazılı Yargı Sınavı ve Mülakatında” başarılı olup atanan kişilerin kopya çektiğine dair soruşturmada araştırılır.

“Sadece araştırma.

“Buradaki fiilim ise hiç yok. Sadece A.K.G. isimli şahsın hesabıma 4 bin 619-TL havale göndermesi var. Kötülük ruhta olursa bu havalenin gönderilme sebebi araştırılmaz.

“FETÖ ile ekonomik bağlantım budur.

“1992’den beri Cumhuriyet Gazetesi’nin avukatıyım”

“Ben 1992 yılından sonra aralıksız olarak Cumhuriyet Gazetesinin avukatlığını yapıyorum. 1999 yılından sonra Cumhuriyet Gazetesinde yapılan yayınlar nedeniyle Vakıf yöneticisi olduğu için hakkında dava açılan tek bir kişi görmedim. Çünkü yoktur.

“İddianameyi düzenleyenlerin kendileri Gülen Hareketi’nin 16 Haziran 2016 tarihinde terör örgütü olarak kabul edildiğini söylerken, Hikmet Çetinkaya’dan 31 Ekim 2015’te tarihinde Gülen Hareketi’ne silahlı terör örgütü demesini beklemekte, demediği için de bundan Cumhuriyet Gazetesine yönelik olarak bir suçlama çıkarabilmektedirler.

“Heyetinizin inanmak istediği iddianame budur.

“Cumhuriyet gazetesinin yayınları hakkında açılmış dava yok”

“‘Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına faaliyette bulunma’nın maddesi nedir? Yok.

“‘Örgüt adına suç işleyen’ dese Ceza Kanunu’nda tanımlanan suçu bulmaları gerekir. Ama yok.

“Cumhuriyet gazetesinin yayınları hakkında açılmış ceza davaları yok.

“Suç işlemeye teşvik edilmeleri veya suç işleme kastlarının gazetede çıkan haber ve yazılarla kuvvetlendirilmesi söz konusu olamaz. Bu örgütlerin işledikleri fiilden sonra, bir gazetede çıkacak yazı ve haberlerle yardımda bulunulacağının vaat edilebilmesini söylemek ise abesle iştigaldir.

“Bir haber veya yazının, fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlayabilmesi hayal dışı bir yaklaşımdır.

“Çünkü haber ve yazı, yürümez, koşmaz, yemez, içmez, araç bulup, taşımaz, barınma yeri sağlamaz, evinde yemek yedirmez, yol göstermez, giysi ve tedavi yardımında bulunmaz, örgüt mensupları arasında kuryelik yapmaz.

“Haber ve yazı, örgüt üyesine sim kart satın alıp veremez, örgüte ait bildiri dağıtamaz, örgüte ait malzemeleri muhafaza edemez.

“Bu nedenlerle de yazı ve haberler suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında, harekette bulunarak icrasını kolaylaştıramaz.

“Sarayda değil, mütevazı bir çiftlik evinde yaşıyor”

“Savcı, ifademi alırken, hangi ülkelere gittiğimi sordu. Amerika’ya gidip gitmediğimi merak ediyordu sanırım. Amerika’ya gittim, ama Güney Amerika’ya. Kimileri gibi ‘din bezirganı’ ziyaret etmedim.

“Arjantin’de, Buenos Aires’de, Plaza de Mayo Meydanı’na gittim. Arjantin diktatörünün uçaktan denize attığı kocalarını, evlatlarını arayan annelerin toplandığı meydana.

“Faşist Pinochet rejiminin katlettiği Şilili devrimci halk ozanı Victor Jara’nın memleketinde ilk ziyaret ettiğim yerler, Nazım Hikmet’in dostu Pablo Neruda’nın müzeye çevrilen evleriydi.

“Uruguay’da, parası en az ama dünyanın en zengin, önceki devlet başkanı Pepe’nin evini gördüm. Her ay aldığı maaşının bir bölümünü ihtiyacı olanlara dağıtıyor. Sarayda değil, mütevazı bir çiftlik evinde yaşamayı tercih ediyor.

“Okusaydım da beni kandıramazdı kimileri gibi”

“Savcı bana, Fethullah Gülen’in kitaplarını okuyup okumadığımı, haberlerini takip edip etmediğimi sordu. Fethullah Gülen’in sosyal medyada, televizyonlarda, ne dediği anlaşılamayan, salya sümük ağlayan hallerini gördüm.

“Kitaplarını okumadım. Okusaydım da beni kandıramazdı kimileri gibi. Çünkü genelde kanmak isteyen, kanmaya açık olanlar kandırılır.

“Fethullah Gülen’in kitaplarını okumadım ama Cumhuriyet Gazetesine, Cumhuriyet Gazetesi yazarlarına açtığı çok sayıda davasının, şikâyetinin dilekçelerini, açılan davaların iddianamelerini okudum.”

“Hakan Şükür’ü daha sonra milletvekili yapan kimdir?”

“‘Fethullah Gülen Mikrobu’ başlıklı yazıda, Cüneyt Arcayürek, ‘Takıma Fethullah Gülen mikrobunu, Hakan Şükür adındaki, artık varlığı ve kıymeti harbiyesi sorgulanan futbolcu soktu. İlk resimleri camiye namaz kılmaya giderken yayımlandı ve sonra…’ der. Gülen ‘hakaret’ suçlamasıyla şikayette bulundu.

“2007 yılında uyaran, Cüneyt Arcayürek ve Cumhuriyet Gazetesidir. Hakan Şükür’ü daha sonra milletvekili yapan kimdir?

“Ben cezaevine girmeden önce Hakan Şükür’ün attığı gollerin iptali ile ilgili KHK çıkacaktı, takip edemedim.

“Bu davada 700 TL ceza verilmiş. Ödedik. Ama şimdi KHK ile geri verilmesine karar verilsin, bizi uğraştırmasınlar. Yanına da ‘Arcayürek ve Cumhuriyet’ten özür dileriz’ desinler.”

“Aydınlar Dilekçesi’ne bakarsanız imzamı görürsünüz”

“Fethullah Gülen, Mine Kırıkkanat’ın 27 Temmuz 2013’te Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan ‘Dünya Yalan, Narkoz Şirketten’ başlıklı yazısı hakkında ‘hakaret’ iddiasıyla şikayette bulundu.

“Biz ‘Kendisine soracağımız sorular var, Amerika’dan çağrılsın’ dedik.

“‘Amerika’dan çağırın’ diyen biz, o davayı açan Hacı Hasan Bölükbaşı da bu davada karşımızda oturuyor.

“12 Eylül darbecilerine karşı ilk çıkış olan Aziz Nesin’in öncülüğünde hazırlanan Aydınlar Dilekçesi’ne bakarsanız imzamı görürsünüz. Bundan yıllar sonra, 27 Nisan Muhtırası’na karşı düzenlenen bildiriye baktığınızda da öyle.

“Yaşamım darbeye, darbecilere karşı mücadele ile doludur. Gerek avukat olarak gerek kişi olarak bu böyledir. Bundan sonra da böyle olacaktır. Darbecilik kimden gelirse gelsin, kime karşı olursa olsun durum değişmez.

“Çünkü önemli ve gerekli olan demokrasidir, hukuk devletidir, insan haklarıdır.

Maalesef Türkiye’de bu kavramlar hiçbir zaman layıkıyla yerine oturup işlevlerini hayata geçiremediler. Yükseldiği ve dibe oturduğu dönemler oldu. İşte dibe oturan dönemlerden biri de içinden geçtiğimiz bu dönem.”

“Kimse endişe etmesin, bu dönem geçici”

“Ama hiç endişe etmiyorum. Kimse de endişe etmesin, bu dönem geçicidir. Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti değerleri yükselmek, yerli yerine oturmak zorundadır. Çünkü bu değerler hem yerel hem evrenseldir. İnsanlık ailesinin bugüne kadar verdiği mücadelenin, kanla, canla verilen mücadelenin sonucudur.

“İnsanlığın büyük mücadeleler sonucu edindikleri kazanımların bertaraf edilmesine, ortadan kaldırılmasına kimsenin gücü yetmez. Türkiye’mizde de gelecek, insan hakları, hukuk devleti, demokrasiden yana olanlarındır.

“Tarih bu yöne önünde sonunda hep akar. Kimse bu akışı durdurduğunu, duraksattığını, durdurabileceğini sanmasın.

“Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti mücadelesinin karşısında yer alanlar ümitlenip boşuna heveslenmesinler.”

“Hukuk inatçıdır, hesap sorar”

“Cumhuriyet Gazetesinden bir örgüt çıkaramazsınız.

“Örgüt arıyorsanız dosyaya bakın, orada rahatlıkla bulabilirsiniz. Yasaya-hukuka aykırı uygulamalarla Cumhuriyet Gazetesinin FETÖ ile PKK ile DHKP/C ile irtibatını kuramazsınız.

“Kimse hukukla inatlaşmasın.

“Çünkü onun inadıyla baş edemezsiniz.

“Çünkü yüzyılların birikimiyle yerleşmiştir, kökleşmiştir. Önünde sonunda yener sizi.

“Hukuk inatçıdır. Hesap sorar.”

“İlk taşı günahsız olan atsın”

Bülent Utku mahkemeyi suçladı:

“CMK 64 (bilirkişi seçiminde usulsüzlük), CMK 98 (yakalama emrinde usulsüzlük), CMK 100 (tutuklamada usulsüzlük), CMK 116 (şüpheliyle ilgili arama), CMK 130 (avukatların aranması), CMK 134 (başka suretle delil elde edilememesi), CMK 148 (ifade alma ve sorguda yasak usuller), CMK 153 (müdafinin dosyayı inceleme yetkisi), CMK 160 (şüphelinin haklarının korunması) TCK 109 (kişiyi hürriyetinden yoksun kılma), TCK 116 (konut dokunulmazlığını ihlal), TCK 125 (hakaret), TCK 257 (görevi kötüye kullanma), TCK 267 (iftira), TCK 258 (göreve ilişkin sırrın açıklanması), TCK 271 (suç uydurma), TCK 272 (yalan tanıklık), TCK 276 (gerçeğe aykırı bilirkişilik), TCK 277 (yargı görevini yapanı etkilemeye teşebbüs), TCK 279 (kamu görevlisinin suçu bildirmemesi), TCK 285 (gizliliğin ihlali), TCK 288 (adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs).

“Bunların hepsinden daha önemlisi, TCK’nın 77. Maddesi.

“TCK 77. madde ‘kişiyi hürriyetinden yoksun kılma’ fiilinin siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak yapılmasını insanlığa karşı suç sayıyor. Bu suçu işleyenlerin kurtuluş umudu yok. Çünkü TCK 77/4. maddeye göre bu suçta zamanaşımı işlemez.

“Buna rağmen suçlanacaksam, lütfen bana ilk taşı günahsız olan atsın!

“Tercih sizin, takdir sizin, karar sizin.”

toplumsalhukuk