Haklarımız ve Hayatlarımız İçin Mücadeleyi Büyütüyoruz

Haklarımız ve Hayatlarımız İçin Mücadeleyi Büyütüyoruz

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde Haklarımız ve Hayatlarımız İçin Mücadeleyi Büyütüyoruz

Toplumsal Hukuk Kadın Çalışmaları olarak 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma gününde yaptığımız açıklamada:

Kadına yönelik şiddete karşı çalışmalar yürüten Kadın Hukukçular olarak, “Kadına Yönelik Şiddetin Tasfiyesinde hükümetin sorumluluğunu bir kez daha hatırlatarak; din, ahlak, fıtrat, gelenek-görenek gibi bahanelerle kadınları ayrımcı toplumsal cinsiyet rollerine hapsetmeyi amaçlayan siyasi söylemleri çok iyi tanıdığımızı, Türkiye Kadın Hareketi’nin yürüttüğü mücadelenin bir parçası olarak kazanımlarımızın hiçbirinden taviz vermeyeceğimizi” belirttik.

Açıklamanın tamamı:

25 kasım açıklama

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde

HAKLARIMIZ VE HAYATLARIMIZ İÇİN MÜCADELEYİ BÜYÜTÜYORUZ

1930’dan 1961’e kadar Dominik Cumhuriyeti’ni yöneten diktatör Trujillo rejimine muhalif Patria, Minerva ve Maria isimli üç kız kardeş; Rafael Trujillo tarafından “Ülkede iki tehlike var: Kilise ve Mirabal kardeşler.” sözü ile hedef gösterildikten tam 28 gün sonra, 25 Kasım 1960’ta, diktatörlük askerleri tarafından cinsel saldırıya uğradıktan sonra öldürüldüler.

Feministlerin mücadelesi sonucu “Mirabal Kardeşler” uluslararası alanda kadınların devlet ve erkek şiddetine karşı mücadelesinde sembol olarak ölümsüzleşti ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma günü ilan edildi.

Ülkelerindeki diktatörlüğe karşı yürüttükleri eşitlik mücadelesinde sembolleşen Mirabal Kardeşlerin ardından 59 yıl sonra ve bambaşka bir coğrafyada bugün yine kadına yönelik şiddet, ayrımcılık, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, aile içi şiddet, kadın cinayetleri, kadın bedeni ve kimliğine yönelik saldırılar hız kesmeksizin devam ediyor.

Bugün Türkiye’de siyasi iktidar ve Devlet adına söz söyleyen tüm aktörler; kadın mücadelesinin bütün kazanımlarını yok etmeye ve kadının adını kamusal alandan silmeye yönelik çok ciddi ve kapsamlı bir saldırı yürütüyor.

Siyasi iktidar ve yandaş örgütleri bir süredir nafaka hakkının sınırlandırılması, 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” ve kısa adı İstanbul Sözleşmesi olan “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin kaldırılması talebiyle kimi kampanyalar yürütüyor. Kadınların kazanılmış haklarına yönelen bu kampanyaların temelinde, ayakta durmakta güçlük çeken siyasi iktidarın kendini kadın düşmanlığıyla kadınların emeğine ve bedenine yönelik saldırılarla tahkim etme ve bu süreçte kadınları güçlendiren her türlü mekanizmayı yok etme çabası bulunuyor.

Bu süreçte kadın hareketi, yaşamlarımıza kast eden patriyarkal sistemin yapısal şiddet ve yoksulluk mekanizmalarını yeniden ve yeniden sorgulatarak, “nafaka mağdurları” yalanlarının karşısına nafaka gerçeğini koyan sistematik çalışmalar ve kampanyalarla, İstanbul Sözleşmesi kaldırılsın kampanyalarının karşısına “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!” kampanyasıyla, 6284 sayılı Kanunun kaldırılmasına yönelik kampanyaların karşısına ise “Yaşamak için daha fazla güvence istiyoruz, uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerinizi yerine getirin!” diyerek çıkıyor.

Biz de bu alanda çalışmalar yürüten Kadın Hukukçular olarak,                                               Kadına Yönelik Şiddetin Tasfiyesinde hükümetin sorumluluğunu bir kez daha hatırlatıyor; din, ahlak, fıtrat, gelenek-görenek gibi bahanelerle kadınları ayrımcı toplumsal cinsiyet rollerine hapsetmeyi amaçlayan siyasi söylemleri çok iyi tanıdığımızı, Türkiye Kadın Hareketi’nin yürüttüğü mücadelenin bir parçası olarak kazanımlarımızın hiçbirinden taviz vermeyeceğimizi belirtiyoruz.

Bu nedenle taraf olduğumuz İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması talebiyle siyasal iktidara bir kez daha hatırlatıyoruz:

Kadına Yönelik Şiddetin Tasfiyesinde hükümetin sorumluluğunu bir kez daha hatırlatıyor; din, ahlak, fıtrat, gelenek-görenek gibi bahanelerle kadınları ayrımcı toplumsal cinsiyet rollerine hapsetmeyi amaçlayan siyasi söylemleri çok iyi tanıdığımızı, Türkiye Kadın Hareketi’nin yürüttüğü mücadelenin bir parçası olarak kazanımlarımızın hiçbirinden taviz vermeyeceğimizi belirtiyoruz.

Bu nedenle taraf olduğumuz İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması talebiyle siyasal iktidara bir kez daha hatırlatıyoruz:

  • Hükümet Kadına Yönelik Şiddetle mücadele yürütürken öncelikli olarak, Sözleşme’nin özüne ve getirdiği yükümlülüklere aykırı olan din, ahlak, fıtrat gibi bahanelerle kadınlara karşı yürüttüğü ayrımcı, düşman ve şiddeti yeniden üreten söylemlerinden vazgeçmelidir.
  • Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele adına ürettiği politikaları İstanbul Sözleşmesi’nin uluslararası alandaki bağlayıcılığını akılda tutarak yeniden gözden geçirmeli, ülkedeki bağımsız kadın örgütlerinin sunmuş olduğu öneri ve raporlar ile yine GREVIO’nun sunmuş olduğu değerlendirme raporu doğrultusunda güncel ihtiyaçlara cevap veren yeni politikalar üretmelidir.
  • Hükümet, özel ve kamusal alanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı her türlü ayrımcılık ve şiddeti önlemek adına samimi adımlar atmalıdır.
  • Devlet, Sözleşme kapsamında kalan her türlü şiddet olayının kökeninde yatan nedenler ve bunların etkileri ile şiddet olaylarının ve mahkumiyet oranlarının yanı sıra, bu Sözleşmenin uygulanması için alınan tedbirlerin etkililiğini incelemek üzere, bu olaylarla ilgili araştırmalar yapılmasını sağlamak zorundadır.

Bu yükümlülük doğrultusunda toplanan tüm veriler, şiddete uğrayan veya uğrama tehlikesi bulunanların güvenliğini tehlikeye atmayacak şekilde kamuoyunun bilgisine sunulmalıdır.

Son dönemde yurttaşların erişimine kasıtlı olarak kapatılan ya da eksik yayınlanan istatistiki veriler, özellikle kadın cinayetleri ile ilgili kamuoyunda ciddi bir bilgi eksikliğine neden olmakta, kadın cinayetlerini politik olmaktan çıkarıp münferit meselelere indirgemektedir.

Yasa yapım süreçlerinde bu verilerin özellikle kamuoyundan gizlenmesi, getirilecek düzenlemeler bakımından endişe vericidir. Bu bağlamda verilerin bağımsız kadın örgütleri ve tüm kamuoyu ile paylaşılarak yasa yapım süreçlerinin şeffaf hale getirilmesi zorunludur.

Getirilmesi planlanan yeni hukuki düzenlemeler için bağımsız kadın örgütleri ve bu alanda çalışmalar yürüten hukuk örgütlerinin yasa yapım süreçlerine etkin şekilde katılması sağlanmalıdır.

  • Kadına Yönelik Şiddetin önlenmesinde ve şiddet mağdurlarının korunmasında kritik bir noktada bulunan kamu görevlilerine yönelik eğitim programları derhal hayata geçirilmeli ve bu eğitimler, alanda çalışan bağımsız kadın örgütleri ile koordineli şekilde yürütülmelidir. Bu eğitimlerin niteliği ve devamlılığı yasal düzenlemelerle garanti altına alınmalıdır.
  • Kolluğun şiddet mağduru kadını şikayetinden vazgeçirmek adına yasal mevzuata aykırı şekilde ikna ya da fail ile uzlaştırmaya yönelik uygulamalarını sonlandırmak için denetim mekanizmaları etkili şekilde işletilmeli, görevli kolluk personeli İstanbul Sözleşmesi kapsamında eğitilmelidir.
  • Şiddete maruz kalan kadınların müdahale, önleme, koruma ve destek ihtiyaçları, kadının içinde bulunduğu somut durumlar gözetilerek; ne gibi riskler altında olduğu, risklerin ciddiyeti, failin şiddet geçmişi, ateşli silah bulundurup bulundurmadığı ya da kolayca erişmesinin mümkün olup olmadığı gibi faktörler dikkate alınarak belirlenmeli ve kişiselleştirilmiş bir risk değerlendirilmesi yapılarak kolluğun ya da hakimin vereceği tedbir kararının kapsamı belirlenmelidir.
  • Devlet, şiddet mağdurlarının şiddet eylemi sonrasında hukuki ve psikolojik danışmanlık hizmetlerine erişimini kolaylaştırmalıdır.

Şiddete maruz kalan kadınlara maddi yardım, konut sağlama, eğitim-öğretim, meslek edinme ve iş bulma konusunda aktif olarak destek olunmalıdır.

Şiddete maruz kalan kadınların sağlık hizmetlerine ve sosyal hizmetlere ücretsiz erişim sağlanmalıdır.

Mağdurların bütün bu hizmetlere başvuru mekanizmaları kolaylaştırılmalı, bu hizmetler ülke genelinde yaygınlaştırılmalı, koruma ve destek hizmetleri bakımından şiddet eylemini haber alan kamu kurumlarının re’sen müdahalesini sağlayan hukuki mekanizmalar geliştirilmelidir.

  • Şiddete maruz kalan kadınlar, destek için başvurdukları tüm kurumlarda yasal haklarının bütünüyle ilgili etkili bir şekilde bilgilendirilmelidir.
  • Kolluk ya da Aile Hakimliklerince 6284 sayılı Kanun kapsamında verilen önleyici tedbir kararlarının uygulamada faillere ivedilikle tebliğ edilememesinden dolayı şiddete maruz kalan kadının fiilen koruma altına alınamamasının önüne geçilmeli, söz konusu kararlar etkin şekilde uygulanmalıdır.

Şiddeti önlemede son derece etkili bir araç olan elektronik kelepçe uygulaması yaygınlaştırılmalıdır.

6284 sayılı Kanun kapsamında verilen tedbir kararlarının süresinde ve mahiyetinde siyasal iktidarın güncel tavır ve söylemleriyle birlikte gözlenen değişim, yargı bağımsızlığı adına kaygı vericidir. Siyasal iktidar, kadınların hukuki kazanımlarını, Sözleşmeyi ve 6284 sayılı yasayı hedef alan söylemlerinden derhal vazgeçmelidir.

  • Sözleşmenin imzalandığı 2011 yılından bu yana hala yeterli sayı ve niteliğe ulaşamayan sığınaklarla ilgili acil ve etkili bir eylem planı yapılmalıdır.

Şiddete maruz kalan kadınlara sığınak sağlama amacıyla hareket eden kadın örgütleri ve belediyelerin bu konudaki çalışmalarını engellemekten bir an önce vazgeçilmeli; kadın örgütleri ve belediyelerle bu alanda iş birliği sağlanmalıdır.

  • Cinsel şiddet mağdurları için tıbbi muayene ve adli tıp muayenesi yapmak, travma desteği ve danışmanlık hizmetleri sağlamak üzere uygun, yeterli sayıda ve kolayca erişilebilen, cinsel şiddet kriz merkezleri oluşturulmalıdır.
  • Erken yaşta ve zorla evlendirmelerin önüne geçecek yeni hukuki mekanizmalar geliştirilmelidir.

Cinsel istismarın ve erken evliliklerin önünü açan politikalardan derhal vazgeçilmelidir.

Siyasal iktidar; çocuk evliliklerini özendiren, mağduriyeti çocuk bedeni üzerinden değil aile üzerinden tanımlayan tavır ve tutumlarına derhal son vermelidir.

  • Türkiye’de kadınlar hukuken Kürtaj hakkına sahip olmasına rağmen uygulamada bu hakkın kullanımını zorlaştıran ve engelleyen fiili durumun önüne geçilmelidir.

Fiilen kürtaj hakkının kullanılmasını engelleyen sağlık kuruluşları ve sağlık çalışanları hakkında soruşturma yürütülmeli, kadınların sağlıklı kürtaj hakkına erişimi fiilen sağlanmalıdır.

  • Kadına Yönelik Şiddet davalarında, cezasızlık durumuna yol açan veya cezaların etkililiğini ve caydırıcılığını kıran; cezada indirim, para cezasına çevirme ve cezanın ertelenmesi gibi uygulamalardan vazgeçilmelidir.
  • Erkek failler ve mağdurlardan hareketle oluşturulan kavramlar Ceza Kanunu’ndan arındırılmalı, bütün bu tanımlar ve kavramlar toplumsal cinsiyet eşitliğine uygun bir biçimde yeniden düzenlenmelidir.
  • Yasa uygulayıcıları hakim, savcı ve avukatlara staj eğitimlerinden başlayarak İstanbul Sözleşmesi eğitimleri verilmelidir.
  • Kadınların adli yardıma erişimi kolaylaştırılmalı, adli yardımdan yararlanabilme kriterleri gözden geçirilerek iç hukukta Sözleşmenin amacına uygun şekilde yeniden düzenleme yapılmalıdır.

Bizler uygulamanın içindeki Kadın Avukatlar olarak, alandaki eksikliklere dair tespit ve önerilerimizi 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Gününde bir kez daha dile getiriyor, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede çok etkili bir araç olduğunu düşündüğümüz İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’de gerçek anlamda hayata geçirilmesini, kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin önlenmesi için kadınların, kadın emekçilerin ve kadın örgütlerinin deneyimlerinin dikkate alınması gereğini ısrarla ve yeniden tekrarlıyoruz.

toplumsalhukuk